Krizi tırmandırmanın maliyeti

Selin NASİ Köşe Yazısı
3 Mayıs 2017 Çarşamba

Mart sonu Fırat Kalkanı Operasyonu’nun sona erdiği resmi olarak açıklandıktan hemen sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni askeri operasyonların yolda olduğunun sinyallerini vermişti. Bu operasyonların Irak’ta PKK varlığını, Suriye’de ise PKK uzantısı kabul edilen PYD/YPG güçlerini hedef alması bekleniyordu.

Nitekim 25 Nisan’da Türkiye Irak Sincar’da PKK mevzileri ile Suriye Karaçok’ta YPG komuta merkezleri yanı sıra çeşitli hedefleri bombaladı.

Operasyonlara hem ABD’den hem Rusya’dan sert tepkiler geldi.

Öyle ki, IŞİD karşıtı Birleşik Görev Gücü Doğal Kararlılık Operasyonu Sözcüsü Albay Dorrian, Türkiye’nin hava saldırıları sonucu IŞİD’e karşı mücadelede işbirliği yaptıkları güçlerin hayatını kaybettiğini ifade etti. Rusya Dışişleri Bakanlığı ise operasyonları “kabul edilemez” olarak niteledi.

Fırat Kalkanı Operasyonu ABD ve Rusya’yı nasıl Kürtler tarafında birleştirdiyse, Türkiye’nin Suriye ve Irak’a 25 Nisan’da düzenlediği hava saldırıları da bir kez daha tarafları aynı safta birleştirdi. Sınır mevzilerinde Fırat’ın doğusunda ABD bayrakları, Fırat’ın batısında, Afrin’de ise Rusya eliyle çekilen Suriye rejimi bayrakları ile etki alanları belirleniyor, adeta Türkiye’nin olası harekâtlarına karşı tampon oluşturulmaya çalışılıyor.

27 Nisan’da PYD’nin silahlı kolu YPG tarafından havan ve roket saldırısına angajman kuralları çerçevesinde karşılık verilmişti.

Şimdi Türkiye’nin Suriye sınırında hareketlilik var. Sınırın her iki tarafında da üstelik.

Tel Abyad’ın karşısında bulunan ilçelere zırhlı araçlar gönderildi, mevziler kazıldı.

Şimdi herkes aynı soruları soruyor... 25 Nisan’daki operasyonların devamı gelecek mi? Türkiye hem ABD hem de Rusya’yı karşısına almayı göze alarak Suriye’ye girecek mi? Yeni bir operasyon olmayacaksa, Ankara tırmandırılan krizden ne elde etmeyi umuyor?

25 Nisan’daki operasyona verilen cevabın net şekilde ortaya koyduğu bir gerçek var. O da Kürtlerle işbirliğine gelince ABD ile Rusya’nın birbirlerinden çok da farklı olmadıkları.

2014 Kobani kuşatmasından bu yana Suriyeli Kürtler kendilerini IŞİD ile mücadelede etkin bir güç olarak kabul ettirmeyi başardılar. Bunu yaparken, ABD, Rusya, İran ve Esad rejimini de yanına alacak şekilde dengeleri gözetebildiler.

İşin Kürtler için zor kısmı, Suriye’deki iç savaşta son dönemece girilirken pazarlıkların nasıl şekilleneceği.

Ancak bugüne dek, Rusya’nın Kürtlerin Cenevre görüşmelerinde masada olmaları için baskı yaptıklarını biliyoruz. Basına sızdırılan Suriye’nin geleceğine ilişkin planlarda Kürtlere otonomi verilmesinin değerlendirildiğini de.

Diğer yandan, ABD -Ankara’nın haklı itirazlarına rağmen- sahada bünyesinde Suriyeli Kürtlerin silahlı gücü YPG’nin ağırlıkta olduğu- Suriye Demokratik Güçleri ile hareket ediyor.

Ankara, Donald Trump’ın başkanlığa gelmesiyle birlikte Kürtler konusunda daha uzlaşmacı bir tavır sergileneceği beklentisi içinde.

Bu bağlamda Suriye ve Irak’a düzenlenen hava saldırıları,16 Mayıs’ta Washington’da gerçekleşecek Erdoğan-Trump görüşmesi öncesi Ankara’nın “Suriye’de hem masada hem sahada” olduğunu kanıtlamak amacı güden taktik bir operasyon olarak yorumlanabilir.

Ancak bu hamle ile beklentilerin karşılanacağının garantisi yok.

Ankara uzun bir süredir, Washington’ın Rakka Operasyonunu SDF yerine Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu ile yürütmesini istiyor. ABD ise operasyonel becerisine güvendiği ve yatırım yaptığı Kürtlerden vazgeçmeye niyetli değil. Mesele sadece “eldeki bir kuşun, daldaki iki kuştan daha kıymetli” olmasından öte.

Geçtiğimiz hafta İstanbul Zirvesi kapsamında görüştüğüm Atlantik Konseyi Ortadoğu Uzmanı Aaron Stein, “ABD Türkiye’yi Suriye’den uzak tutamazsa, YPG’nin karşılığında Rusya’ya yaklaşabileceği ve rejimle anlaşma yoluna gidebileceğini” söylüyor. Diğer bir deyişle, ABD ne Türklerin ne de Kürtlerin desteğini kaybetmek istiyor. Ama bir Türk-Kürt savaşı çıkmasından da çekiniyor.

Stein’a göre IŞİD ile mücadele Washington’ın gündemine hakim olan öncelikli konu, başlıca tehdit. ABD’nin Suriye’de yaşadığı ikilem ve dolayısıyla Türkiye ile arasındaki gerginlik IŞİD meselesi ön planda olduğu müddetçe sürecek.

Peki şayet, Savunma Bakanı Fikri Işık’ın mart ayındaki Washington ziyaretinde sunduğu 10 bin kişilik TSK destekli Özgür Suriye Ordusu birlikleri ile Rakka’ya girme önerisi benzeri formüller kabul edilmezse ne olacak?

Hürriyet Washington Temsilcisi Cansu Çamlıbel’in aktardığı üzere Beyaz Saray’da Rakka’nın kendiliğinden düşmesi veya YPG güçlerinin Rakka alındıktan sonra SDF bünyesinden tamamen çekilerek Rojava bölgesine geri dönmesi gibi bazı alternatifler masada.

Kürtlerin Menbiç’in batısına geçmeyeceği konusunda verilen sözlerin tutulmadığı düşünülürse, bu öneriler Ankara’yı rahatlatmayacaktır.

3 Mayıs’ta Soçi’de gerçekleşecek Erdoğan-Putin görüşmesinden daha arzu edilir bir sonuç çıkması da çok gerçekçi değil.

Hal böyleyken, topyekûn savaşa girmeyi göze almadığımız bir krizi tırmandırmak ve taleplerimiz karşılanmadığı takdirde geri adım atmanın bir siyasi maliyeti olabileceği acaba hesaba katılıyor mudur?