Kelebek Etkisi

Trump’ın göreve gelmesinin ardından ABD’de binlerce kadın aktivistin gerçekleştirdiği yürüyüş, sivil haklar mücadelesini ve ırkçılığa karşı direnişini sanatının misyonu yapan sanatçı Adrian Piper’ı hatırlattı.

Esra CARUS Perspektif
22 Şubat 2017 Çarşamba

Esra CARUS


“Bu bir kadın yürüyüşüdür ve bu kadın yürüyüşü, devlet şiddetinin ölümcül gücüne karşı feminizmin vaadini temsil etmektedir. Kapsayıcı ve mücadeleleri kesiştiren feminizm hepimizi ırkçılığa, İslamofobiye, antisemitizme, kadın düşmanlığına, kapitalist sömürüye karşı direnişe davet etmektedir.”

 

Bu sözler, Angela Davis’e ait, 2017 Women’s March’ta (2017 Kadınların Yürüyüşü) yüz binlere hitaben yaptığı konuşmadan. Trump’ın göreve başladığı ikinci günde, Amerika’da kadın aktivistlerin öncülüğünde düzenlenen yürüyüş tüm dünyada yükselen aşırı sağa karşı bir mesajdı. Davis’in konuşması Amerikan Sivil Haklar Mücadelesi ve ırkçılığa karşı direnişini sanatının misyonu yapan sanatçı ve felsefeci Adrian Piper’ı hatırlattı bana o gün.

2003 yılında İstanbul’da arka arkaya patlamalar yaşadığımız kasım ayının sonunda, MACBA1’ya doğru meydanda yürürken; müzenin göz kamaştıran beyazlığı içimdeki kasveti az da olsa gidermeye başlamıştı. Ancak bu his bir siyahi sanatçının yine siyah beyaz işleri içinde yok oldu kısa süre sonra. Müzeye yapıtlarını kitaplardan tanıdığım Adrian Piper’ın retrospektif sergisi için gelmiştim.

1948’de Harlem’de doğan, güzel sanatlar ve felsefe eğitiminin ardından, dünyanın birçok saygın üniversitesinde dersler veren Piper, 1987 yılında ilk Afro-Amerikan kadın profesör unvanına sahip olmuştu. ABD’nin ‘şüpheli gezgin’ adıyla kara listeye alması nedeniyle ülkesine dönmeyi reddederek, 1997’den beri Berlin’de yaşamaya ve çalışmaya devam etmekte. Bir başka ‘Sakıncalı Piyade’dir. Sayısız sergilerinin yanı sıra en son 2015’te Venedik Bienali’nde Altın Aslan Ödülü’ne layık görüldü.

Piper’ı, kimlik politikalarına yönelik sanat, feminist sanat ve kavramsal sanat olmak üzere üç ana akım içinde değerlendirmek gerekir. Yine de sınırlara ve tanımlara sığmayacak büyüklükte bir sembol kişiliktir. Değerlerin yeniden sorgulandığı bir dönemde, fotoğraf, video, performans ve enstalasyonlarıyla, ırkçılık karşıtı hareketin öncü isimlerinden biri olmuştur.

Felsefede Varoluşçuluk ve Yapısöküm yaklaşımlarının gençlik üzerindeki etkileri tüm dünyaya yayılırken, özellikle Amerikan Beat Kuşağı’nın bu cereyana katkıları büyüktür ve zaten Beat Kuşağı’nın felsefi özü Varoluşçuluk’tan gelir. 20. yüzyılın bitmek bilmeyen bunalımlarının gençlik üzerinde oluşturduğu ‘yabancılaşma’, ‘özgürleşme arzusu’ ve ‘anlamsızlık’ gibi duygu durumları, Beat gençliğinde ‘yaşam coşkusu’na dönüşür.

68 kuşağının özgürlük isyanı tüm yerleşik değerleri sorgulatmasıyla, sanatın geleneksel formlarının da çözülmeye başlamasına neden olur. O yıllarda yerleşik düşünceyi alaşağı ediş Kavramsal Sanat (Conceptual Art) olarak karşımıza çıkar. Çok sade bir ifadeyle Kavramsal Sanat, görsel sanatın nesne (resim, heykel) ve mekânla (galeri, müze) sınırlandırılamayacağını ileri sürer. Bu akımın yapıtları, her gün rastladığımız nesneler ve onlara en uygun olan düşüncelerin bir araya gelmesiyle gerçeği daha derinlikli görmemizi sağlar. Sanat dünyasının geleneksel yöntemlerine ve alışkanlıklarına bir esneklik kazandırmıştır. Bunun sonucu olarak, çizimler, fotoğraflar, performanslar, videolar, enstalasyonlar ve metinler aracılığıyla izleyenler arasında yeni bir iletişim dili oluşturur. Ancak öncüsü Sol Le Witt şu uyarıyı da yapmıştır; “Kavramsal Sanat, yalnızca fikir iyi olduğu zaman iyidir.”

Adrian Piper’ın sanatı, haksızlığa karşı tüm yaşamına yayılmış bir mücadeledir. Beat Kuşağı’nın mistisizmi ve aldığı felsefe eğitimi sanatsal ifadelerinden ayrılmaz. John Berger ile yaptığı bir röportajda, ırkçılığı analiz etme çabasının yanı sıra, insanların ırkçı görüşleri ile yüzleşmesine yardım etmek istediğini belirtir. Sanatsal üretimini, ‘yaşam performansı’ olarak tanımlar. İzleyiciyi önyargılarını gözden geçirmeye ve kabullerini sorgulamaya zorlar.

Adrian Piper, -soldaki- Kataliz (Catalysis#, 1970-71) adlı seri performanslarında, kamusal alanda insanları provoke eden işlere imza attı. Bu performanslardan birinde, bir hafta boyunca ağır kokulu maddelerin içinde beklettiği giysileriyle trene binerek yolculuk etti.

 

Piper’ın çocukluk ve gençliği tam da Amerikan Sivil Haklar Mücadelesi’nin yükseldiği döneme rastlar. Rosa Parks, 1955’te Alabama Eyaletinde, iş dönüşü bindiği otobüste siyahilere ait koltuğa oturur (O dönemde siyahlar ve beyazlar otobüse ayrı kapılardan biner ve siyahlar beyazlara ait koltuklara oturamazlardı). Beyazlara ait boş yer kalmadığı için bir beyaz tarafından zorla yerinden kaldırılmak istenmesine direnir ve şoförün de uyarısına karşı gelmesi sonucu tutuklanarak cezaevine gönderilir. O olaydan sonra yaklaşık bir yıl boyunca siyahlar, otobüslere binmeyi boykot ederler ve protesto eylemleri sonucunda da Eyalet Mahkemesi bu ayrımcı uygulamadan vazgeçer. Parks’ın sivil itaatsizliği, Martin Luther King’in başını çektiği,1955 ve 1968 yılları arasında etkili olan Sivil Haklar Hareketi’nin de başlangıcı olur.

Rosa Parks’ın bu eyleminden 15 yıl kadar sonra Piper, Kataliz (Catalysis#, 1970-71) adlı seri performanslarında, kamusal alanda insanları provoke eden işler yapar. Bu performanslardan birinde, bir hafta boyunca ağır kokulu maddelerin içinde beklettiği giysileriyle trene binerek yolculuk yapar. Bu giysilerle kendi kişisel alanı ve kamusal alan düzenini neyin oluşturduğuna dair bir meydan okuma gerçekleştirir.

Bir başka Kataliz performansında ağzına tıkıştırdığı bir kumaş parçasıyla otobüste, metroda yolculuk ederek veya Empire State Binasının asansörüne binerek çevresindekilerin dikkatlerini üzerine çekmeye çabalar. Varoluşunu, başkalarını etkileyerek gerçekleştirirken, ırkçılığı tiksinti üzerinden görünür hale getirerek bir farkındalık yaratmayı amaçlar, başka bir deyişle Öteki’ne abanır. Baudrillard’ın ifadesiyle: “Öteki, öteki olduğu, yabancı yabancı kaldığı sürece ırkçılık yoktur. Öteki farklı hale geldiğinde, yani tehlikeli biçimde yakınlaştığında ırkçılık ortaya çıkmaya başlar. Ötekini uzakta tutma merakı da bu noktada uyanır.”

Piper sanatçı, siyahi ve kadın olarak, sanat eseri ve sanatsal konu ile bütünleştirilir ve yapıtları politik sanat olarak değil, özellikle politik bir etkinlik olarak tanımlanır. Özgürlük kazanımlarında, 20. yüzyılın başından itibaren mücadele veren siyahi toplumun, Frantz Fanon ve William Du Bois gibi siyahi düşünürlerin ve caz müzisyenlerinin de yüz yıllık emeği vardır. Hiç şüphe yok ki bu çabanın pozitif kelebek etkisi ABD’nin Obama’yı başkan seçebilmesine kadar varır. Bu uzun erimli ve zorlu bir yürüyüştür, yani Beatniklerin doğu inanışlarından devşirdikleri gibi sürekli bir yolda olma halidir.

 

Adrian Piper, Kataliz (Catalysis#, 1970-71) adlı seri performanslarında.

 

Piper’ı Feminist Sanat içinde konumlandırmaktan öte, rüzgârı başlatanlardan biri olarak görmek gerekir. Dönemin özgürlük anlayışı, kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruflarını toplumun ya da kültürün tekelinden almasına en azından zihinsel olarak imkân tanır. Sanatçı etnik kimliğiyle birlikte cinsel kimlik konusuna da vurgu yapar. Piper’ın ayrımcılık üzerinden verdiği mücadele, feminist hareketin de dayanak noktalarından biridir.

Özgürlük, adalet gibi kavramların sembollerinin kadın olması boşuna değil ve şu anda bize ‘su’ kadar lazım bu değerler. Geçtiğimiz ekim ayında Türkiye gündeminin ağırlığı içinde karambole giden İsrailli ve Arap kadınların yürüyüşü de çok anlamlıdır. ‘Umut Yürüyüşü’ dedikleri bu dayanışma eyleminde “kan ve savaş istemiyoruz” diye haykırdılar. Sosyolog Alain Touraine’in dediği gibi “Ortadoğu’da bir değişim olacaksa, bunu ancak kadınlar yapacaktır.” Eğer bu gerçekleşirse ikinci dalga bir sekülerizmle yeni bir çağa gireceğimize inanıyorum. Bugün Davis’e yüz binler karşısında o konuşmayı yaptıran Parks, Piper gibi kararlı kadınlardır. Dikkatler her ne kadar yükselen otoriter milliyetçiliğe yönelmişse de tüm bunların sonu yakındır, çünkü KADINLAR VARDIR.

1MACBA: Museu d’Art Contemporani de Barcelona/ Barselona

Kaynakça: Modern Sanatın Öyküsü, Norbert Lynton. Conceptual Art, Daniel Marzona.

Tam Ekran, Jean Baudrillard. 20.yy Batı Sanatında Akımlar, Ahu Antmen.

www.kulturservisi.com