Özgün biyografik dram

Pablo Larrain, ‘Jackie’ filminde kocası katledilen bir First Lady’nin bir haftalık travmasını anlatıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
1 Şubat 2017 Çarşamba

Aynı yıl çevrilen ‘Jackie’ ve ‘Neruda’ Şilili Pablo Larrain’i Hollywood’un gözdeleri arasına sokuyor. Amerikan siyasi tarihinin en acılı sayfalarından birini, 20. yüzyılın en ilginç kadınlarından biri olan Jacqueline Kennedy üzerinden anlatan film, özgün ve farklı bir çalışma. Daha önce izlediğimiz hiçbir biyografiye benzemeyen ‘Jackie’, bir dulun matemini yüreklere hitap eden insancıl bir ton ile işliyor. Çökmüş, psikolojisi dağılmış, kendisini yalnız ve boşlukta hisseden bir kadının ruhsal anatomisini, duygusal bir atmosfer eşliğinde izliyoruz. Baş karakterin duygu dünyasını yansıtan Mica Levi imzalı müziği, Madeline Fontaine’in kostüm tasarımı ve Natalie Portman’ın görkemli kompozisyonu ile ‘Jackie’ üç dalda Oscar adayı.

 

‘Jackie’

Yön: Pablo Larrain

Sen: Noah Oppenheim

Gör: Stéphane Fontaine, Müz: Mica Levi, Oyn: Natalie Portman, Peter Sarsgaard, Billy Crudup, Greta Gerwig, John Hurt, Richard E. Grant, Caspar Phillips, John Carroll Lynch.  

 

Aynı yıl çevrilen ‘Jackie’ ve ‘Neruda’, Meksikalı Alfonso Cuaron ve Alejandro Gonzales İnnaritu’dan sonra, bir başka Güney Amerikalı yönetmenin Hollywood’un gözdeleri arasına girdiğini müjdeleyen filmler.

Şilili genç yönetmen Pablo Larrain, biyografik özellikleri olan bu iki özgün ve müstesna filmdeki başarılı mizanseni ve güçlü sinema diliyle izleyicisini etkilemeyi başarıyor.

‘Jackie’, sadece ülkesinde değil, dünyada çok şeyi değiştirmek üzere yola çıkmış bir ABD Başkanı’nın, gizemi hâlâ çözülememiş bir komplo ile katledilmesinin ardından yaşananları, 20. yüzyılın en ilginç kadınlarından biri üzerinden anlatıyor.

Yakın tarihin en karanlık olaylarından John F. Kennedy suikastının sonrasını anlatan film, ABD’nin ikonik First Lady’si Jacqueline Kennedy’nin biyografisine odaklanıyor.

Ancak bu, daha önce izlediğimiz hiç bir biyografiye benzemeyen, özgün ve farklı bir film.

Bir First Lady’nin matemini, yüreklere hitap eden insancıl bir fon ile işleyen film, bir kadının ruhsal anatomisini duygusal bir atmosfer içinde anlatıyor.

Çökmüş, psikolojisi dağılmış, kendisini yalnız ve boşlukta hisseden bir kadının iç dünyasına kamerasını doğrultan film, sıkıntılı ve zor bir sürecin anatomisini yapıyor. Sonraları Yunanlı milyarder armatör Onassis ile evlenecek olan, mağrur ve vakar eş Jacqueline Kennedy muammasına ışık tutan film çok etkileyici.

Zira Noah Oppenheim’in zekice yazılmış senaryosu, Pablo Larrain’in baş karakterlerin psikolojik yıkımına odaklanmış mizanseni, birbirinden kopuk gibi görünen olayları ustalıkla toparlıyor.

ABD’nin 35. Başkanı John F. Kennedy 22 Kasım 1963’te Dallas’ta konvoyun geçişi sırasında öldürüldüğünde, yanında oturan eşi Jacqueline, kocasını gözlerinin önünde gerçekleşen bir suikastta kaybeden bir kadın olarak büyük bir travma yaşamıştı.

Jacqueline, bir yandan tüm ulusun gözleri üzerinden bu şoku atlatmaya çalışacak, bir yandan da kocasının tarihi mirasını yaşatıp çocukları için vakur bir duruş sergilemek zorunda kalacaktır.

20. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ SİYASİ CİNAYETİ

İki yıllık başkan Kennedy’yi vurduğu söylenen Lee Oswald’ın öldürülmesinin ardından, kardeş Robert Kennedy ile zenci özgürlük lideri Martin Luther King’in vurulmasıyla ABD 60’lı yıllarda derin bir paranoya yaşamıştı.

Onurlu, prestijli Kennedy ailesine dâhil olan, edebiyat tahsilli, gazeteci, modern ve reformist Jacqueline’in doğurduğu iki çocuktan başka, çok az yaşayıp ölen iki çocuğu daha vardı.

Sadık sekreteri Nancy’den (Greta Genwig) başka Beyaz Saray’da destekçisi olmayan dul kadın, son görevini yaparak başkana layık bir cenaze töreni hazırlanmasında ön ayak olacaktır.

Film 34 yaşındaki bu kadının, kocasının ölümünün ardından yaşadığı bir haftayı ve hissettiklerini anlatıyor.

Life dergisine dört saat süren bir röportaj veren Jacqueline Kennedy, Oppenheim’in senaryosunda ise CBS televizyonundan gelen bir gazeteciye (Billy Crudup) yaşadıklarını anlatıyor.

Cenaze törenini yönetecek İrlandalı Katolik rahiple (John Hurt) sık sık buluşup içini döken Jacqueline’i kayınbiraderi Robert Kennedy (Peter Sarsgaard) yalnız bırakmayıp destek veriyor.

Babalarının yokluğunu iki çocuğuna anlatmak, Beyaz Saray’dan ayrılma zorunluğu karşısında gidecek başka bir evi olmadığı için çare üretmek zorunda kalan genç bir dulun travması, senaryoda gerilimli bir atmosfer içinde anlatılmış.

Kocası 20. yüzyılın en önemli siyasi cinayetine kurban giden Jacqueline Kennedy (Natalie Portman), tam 100 yıl önce yine bir suikastla öldürülen efsanevi başkan Abraham Lincoln’e yapılan cenaze töreninin bir benzerini gerçekleştirmek için tüm enerjisini harcıyor.

Senaryo yazarı Noah Oppenheim, John Kennedy’nin karısı ve kardeşinin yanı sıra, başkan yardımcısı (36. başkan) Lyndon B. Johnson gibi tarihi kişiliği özenle çizmeye çalışmış. Kardeş Robert Kennedy, yaptığı siyasi yatırımların semeresini görmeden öldürülen ağabeyinin arkasından üzülürken, tepeden inme Başkan Johnson’un hak etmediği bir mirasa konacağını söylüyor.

ACILI DUL TANRI’YI SORGULUYOR

İrlandalı Katolik rahipten manevi destek alan Jacqueline’in “İki çocuğu yetim bırakarak öldürülürken Tanrı neredeydi?” diyerek Tanrı’yı sorguladığı sekans çok etkileyiciydi.

Film, geriye dönüşlerle, Jackie’nin Beyaz Saray’a kendi cebinden yaptığı katkıları, bir CBS Televizyonu belgeseli aracılığıyla anlatıyor.

Filmin Mica Levi imzalı, Oscar adayı müziği, baş karakterin duygu dünyasını yansıtmada, Larrain’in gizemli ve melankolik sinema diline büyük katkı yapıyor.

Yine Oscar adayı Madeline Fontaine, dönemin atmosferine sadık kostüm tasarımlarıyla çok etkileyici. Fransız tasarımcının aktifinde iki César Ödülü bulunuyor.

Yine iki César Ödülü sahibi Fransız kameraman Stéphane Fontaine, özenli, estetik ve titiz görüntüleriyle mizansene teknik destek sağlıyor. Fontaine ‘Jackie’ ile değil, yılın flaş filmi ‘Aşıklar Şehri/La La Land’ ile Oscar’a aday.

Oyuncu kadrosuna gelince... Natalie Portman’ın, erkeklerin dünyasında kendini yalnız hissedip, ayakta kalma mücadelesi veren dul Jacqueline Kennedy kompozisyonu ne yazık ki Pablo Larrain’in görkemli mizanseninin önüne geçti.

Canlandırdığı karakterin ses tonuna ve konuşma şekline mükemmel adaptasyonuna, çok katmanlı performansına rağmen ‘Jackie’ kompozisyonunun Natalie Portman’ın kariyerindeki en büyük başarısı olduğuna katılmıyorum. Kendisine tek Oscar Ödülü’nü getiren ‘Siyah Kuğu/Black Swan’daki (2010) performansının üstüne çıkması zor.

O filmdeki yönetmeni Darren Aronofsky’nin, ‘Jackie’nin yapımcısı olarak yönetmen Larraine’e Portman’ın filmin tüm sahnelerinde yer alması için telkinde bulunması mümkün.

Yine de, Oscar’lardaki dört rakibinin filmlerini izlediğimden, Portman’ın ödülün mutlak favorisi olduğunu söyleyebilirim. Sevecen sekreter Nancy’de Greta Genwig, gazetecide Billy Crudup da çok başarılı. Ancak oyuncu kadrosundaki sürpriz, rahibi canlandıran eski tüfek karakter oyuncusu John Hurt’tan geliyor.

Yazımı, sinemanın yeni yükselen değeri Pablo Larrain’e ayırdığım bölümle bitireceğim.

İstanbul Film Festivallerinde ‘Tony Manero’ (2008) ve Augusto Pinochet’nin referandumuna odaklı komedi filmi ‘No’ (2012) ile keşfettiğimiz Şilili yönetmen, bu iki filminde olduğu gibi yine senaryosunu yazdığı ‘Post Mortem’ (2012) ile hafızalarımıza kazınmıştı.

Kilisenin aforoz ettiği ayıplı rahiplerin dünyasına odaklanan, Berlin Jüri Büyük Ödülü galibi ‘El Club’ (2015) ve Randevu Film Festivali’nde islediğimiz görkemli ‘Neruda’ (vizyon tarihi 10 Mart) Larrain’i birinci sınıf yönetmenler kategorisine sokuyor.

Özetle, Amerikan siyasi tarihinin en acılı sayfalarından birini anlatan ‘Jackie’, senaryosundaki ilginç karakter tahlilleri ile, gerilimi baştan sona ayakta tutan mizanseni, ile estetik görüntüleri ile, etkileyici müzik partisyonu ile, Natalie Portman’ın varlığı ile kayıtsız kalınmayacak bir film.