Bildiğimiz Amerika’nın sonu mu?

Selin NASİ Köşe Yazısı
16 Kasım 2016 Çarşamba

ABD başkanlık seçimlerinin travması hâlâ sürüyor. Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın galibiyeti ardından “Not my President! /O benim başkanım değil!” diyen yüzlerce Amerikalı çeşitli şehirlerde sokaklara döküldü.

Başkanlık konuşmasındaki kapsayıcı mesajlarına rağmen, toplumun hatırı sayılır bir kesimi Trump’ın kampanya boyunca etnik ve dini azınlıkları hedef alan ayrımcı söylemlerini uygulamaya geçirmesinden kaygı duyuyor. Seçim sonuçlarının hemen ertesinde nefret suçu vakalarının tavan yapmış olması -çeşitli graffitiler, sözlü tacizler, “İspanyolca değil, İngilizce konuş!” baskıları gibi – ‘Özgürlükler Ülkesi’ olarak bildiğimiz Amerika’nın karşı karşıya olduğu tehdidin boyutlarını gözler önüne sermekte.

Uzmanlar Trump’ı başkanlığa taşıyan siyasi, ekonomik ve kültürel sebepleri tartışadursun, gerek Amerikalılar gerekse dünyanın geri kalanı Trump’ın başkanlığının neye benzeyeceği üzerine akıl yürütmekle meşgul. Gözler, Trump’ın kuracağı kabinede. Çünkü seçeceği isimlerin fikirleri ve siyasi duruşu, izleyeceği politikalar hakkında ipucu verecek.

Yazının hazırlandığı an itibariyle henüz iki isim netleşmiş durumda.  Cumhuriyetçi Ulusal Komite Başkanı Reince Priebus, Beyaz Saray personel şefi; ağustostan bu yana Trump’ın seçim kampanyasını yürüten Steve Bannon ise baş stratejist ve danışman olarak atandı. Priebus’un personel şefi olarak atanmasındaki amaç, skandallarla dolu kampanyası sebebiyle Cumhuriyetçi Parti içinden Trump’a mesafe koyanların yeniden desteğini alabilmek. Priebus’tan Cumhuriyetçi Parti ile bağları onarması, Beyaz Saray ve Kongre arasında denge kurması bekleniyor. Buraya kadar fena sayılmaz.

Fakat Bannon’a gelince işin rengi değişiyor. Andrew Brietbart’ın 2012’de ölümünün ardından Breitbart haber portalının başına geçen Steve Bannon, önceleri İsrail yanlısı haber yapan bu siteyi, beyaz Amerikalı aşırı milliyetçi grupların (Alt-Right, alternatif sağ akımı gibi) propaganda platformuna çevirmiş. Yayınlarında her türlü antisemit, ırkçı, feminizm karşıtı haber başlığını bulmak mümkün. Müslümanları saatli bombaya benzeten, doğum kontrolünün kadınları çirkinleştirdiği ve delirttiğini iddia eden manşetlere rastlayabilirsiniz. Yetmediyse biraz daha detay verelim... Eşi kendisine şiddet uyguladığı iddiasıyla polise başvurmuş. İfadesinde Bannon’ın kızlarını sırf Yahudilerle arkadaşlık etmemesi için başka bir okula göndermek istediği yer alıyor.

Böyle bir ismin, kızı Yahudiliği seçmiş, damadı Yahudi olan Trump’ın akıl danışacağı kişi olması tek kelimeyle akıldışı. Özellikle de Amerika’da toplumsal infial durumu yaşanırken...

Henüz netleşmemiş isimlere bakmak gerekirse, New York eski Valisi Rudy Giulliani, Temsilciler Meclisi eski Sözcüsü Newt Gingrich ve ABD’nin eski BM Büyükelçisi John Bolton’ın isimleri dışişleri bakanlığı için, Ulusal Güvenlik eski Danışmanı Stephen Hadley’nin adı savunma bakanlığı için geçiyor. Savunma istihbarat Teşkilatı eski Direktörü Michael T. Flynn ise CIA’in başına geçmesi öngörülen isimlerden.

Hadley ve Bolton’ı oğul Bush döneminden hatırlayanlar olacaktır belki. Hadley, ‘Irak’ı Özgürleştirme Raporu’nu hazırlayanlardan. Bolton ise görev yaptığı BM için “Birkaç katı yıkılsa, bir şey fark etmez” diyecek kadar kibirli ve uluslararası işbirliğine şüpheli yaklaşan biri. Bolton ayrıca İran ve Kuzey Kore’nin nükleer silahlanmasını önlemeye yönelik raporlar üzerinde çalışmış. Hatta İran’ın nükleer tesislerinin bombalanmasını savunanlardan.

Bulunduğumuz noktada hemen herkesin merak ettiği şey, Trump’ın iç ve dış siyaset için belirlediği birbirinden çelişkili ve radikal hedeflerin ne ölçüde peşinden gideceği. Diğer bir deyişle, Trump kampanya dönemindeki aklına her geleni söyleyen adam mı olacak? Yoksa iktidara gelişiyle birlikte, siyasi kurumların ve uluslararası sistemin kısıtlayıcı etkileri neticesinde ılımlılaşmak zorunda mı kalacak?

Aslında ilk açıklamaları ile Trump ılımlılaşma yolunda sinyaller vermedi değil. Müslümanların ABD’ye girişini engellemeyi öneren planı web sitesinden sessiz sedasız kaldırıldı. Başkan Obama ile görüşmesi ardından, Trump Obamacare sosyal sigorta programını tümden iptal etmek yerine bazı unsurlarını yürürlükte bırakabileceğini söyledi.

Bununla birlikte ülkedeki 2-3 milyon yasadışı Latin Amerika kökenli göçmenin sınır dışı edilmesi kararından geri adım atmaya da kararlı görünüyor.

Kabinesi için önerdiği isimler de Trump’ın kampanya vaatleriyle çakışan politikalar savunan ve birbiriyle zıt görüşlere sahip insanlar. Haliyle elimizde fazlaca soru işareti var.

Dünya siyaseti ise bir yandan Trump’ın başkanlığına uyum sağlamaya çalışıyor. Liderlerden gelen tebrik mesajları arasında en dikkat çekici olanı kuşkusuz Rusya Devlet Başkanı Putin’inki oldu. Putin, eşitlik, karşılıklı saygı ve birbirinin içişlerine karışılmaması temennilerini Trump’a iletti.

Putin’in mesajı, Trump’ın “NATO müttefiklerinin paylarına düşen savunma bütçesini ödemedikleri takdirde ABD’nin onları korumayacağı” yönündeki beyanatlarıyla birlikte okunduğunda, Avrupa’nın neden hop oturup hop kalktığı anlaşılıyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Guardian’da çıkan makalesindeki “Tek taraflı politika ne Avrupa’nın ne de ABD’nin yararınadır” çıkışı bu kaygılara tercüman.

Uluslararası arenada çatışmalara daha az müdahale eden, dünyayı rakipleriyle etki alanları üzerinden paylaşan, içe kapalı bir ABD mi göreceğiz yoksa “Yeniden daha büyük bir Amerika” sloganını güç kullanarak rakip devletleri dize getirmek olarak yorumlayan şahinlerin etkisi mi ağır basacak?

“Böyle bir dünyada Türkiye’nin pozisyonu ne olur?” sorusunun cevabı ise bir sonraki yazıya...