Yılın sinema trendleri-1

Bu yılın gözde sinema trendleri arasında, sosyal rahatsızlıkları, kadın sorunlarını, aile içi iletişim sıkıntılarını işleyen filmler öne çıkıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
17 Ağustos 2016 Çarşamba

Sinemanın en önemli iki festivali yılın ilk beş ayında yapılıyor. Cannes Film Festivali’nde, titiz bir araştırma dönemi sonrası, dikkatli bir seçki ile yılın sinema ürünlerinin yarısına yakınını izlemek mümkün. Günümüzün en büyük sorunları, iç savaşlar, göçmenler, sosyal rahatsızlıklar, terör eylemleri, son yılların değişmez sinema trendleri arasındaki yerini koruyor. Kadın sorunlarını, baba-kız ve anne-kız ilişkilerini, aile içi iletişim sıkıntılarını ele alan filmler bu yılın sinema trendleri arasına katıldı. Bu yazımızda değişik toplumlardan insan manzaraları sunan, toplumsal mesajlar taşıyan kaliteli örnekleri ve göçmen dramına odaklanan filmlerden bahsedeceğiz. Aile içi ilişkilerin, iletişimsizlik sorunlarının analizi haftaya kalacak.

Yılın ilk beş ayında gerçekleşen, sinemanın en önemli ilk festivalinde, yılın sinema trendini bulmak mümkündür.

Şubatta sinemanın kalbi Berlin’de, mayısta Cannes’da atar. (Üçüncü önemli festival olan Venedik Film Festivali eylül başında yapılır).

Örneğin Cannes Film Festivali’nde, titiz bir araştırma sonrası, dikkatli bir seçki ile, yılın sinema ürünlerinin yarısına yakınını izlemek mümkün. Bu yıl Cannes’daki yarışmalara kabul edilmeleri için müracaat eden 1869 film arasında, seçici kurul ana yarışmaya 20, Belirli Bir Bakış bölümüne 18, Confederation bölümüne 18, Yönetmenler Haftası bölümüne 7 film seçti.

Ayrıca 17 filmin yarışma dışı olarak festival kapsamında gösterilmesi sağlandı.

Dünyanın dört bir tarafından gelen bu filmler, temsil ettikleri ülkelerin toplumsal yaşamından gerçekçi ve öğretici bir kesit sunarlar.

Festivaller, sinema aracılığıyla sinema düşünürlerinin, yaşadıkları toplumlarda hissettiklerini iletmelerine ön ayak olurlar. Sinemacılar da kendi toplumlarına ayna tutarlar.

Günümüzün en büyük sorunları, iç savaşlar, sosyal rahatsızlıklar, terör eylemleri, son yılların değişmez sinema trendleri arasındaki yerlerini muhafaza ediyorlar.

Bu yıl kadın sorunlarını, baba-kız ve anne-kız ilişkilerini, aile içi iletişim sıkıntılarını ele alan filmler yılın sinema trendleri arasına katıldı.

Bu yazımda, çoğu ülkemizde henüz vizyona girmeyen filmler aracılığı ile sinemada bu yılın moda trendlerine değinmek istiyorum.

‘Sosyal haklar’ ile başlayalım.

DEĞİŞİK TOPLUMLARDAN iNSAN MANZARALARI

Sol eğilimli, toplumsal sorunlara düşkünlüğüyle tanınan yönetmenler, duygu sömürüsünden uzak, cesur ve usta işi filmleriyle engin, sosyal arka planı olan, kaliteli konuları işlemeyi 2016’da da işlemeyi sürdürüyorlar.

Cannes’da yarışan İranlı Asghar Farhadi, ‘Müşteri’ ile Belçikalı Dardenne Kardeşler, ‘Bilinmeyen Kız’ ile Amerikalı Jeff Nichols, ‘Loving’ ile İngiliz Ken Loach, ‘Ben, Daniel Blake’ ile Brezilyalı Kleber Mendoça, ‘Aquarius’ ile Filipinli Brillante Mendoza, ‘Ma’ Rosa’ ile sosyal konulara bağlılıklarını sürdürdüklerini gösterdiler.

Altın Palmiye Ödülünü kazanan Ken Loach’tan başlayalım.

Kariyerini işçi sınıfının sorunlarını dile getirmeye adamış Ken Loach, demirbaş senaristi, (1996’da başlayan beraberliğini 14 filmde sürdürdüğü) insan hakları savunucusu Paul Laverty ile yüreklere hitap etme alışkanlığını ‘Ben, Daniel Blake’ ile devam ettirdi.

Kariyeri boyunca sosyalist kimliğini her zaman öne çıkaran Ken Loach, sıradan insanı ele alarak, onun gündelik yaşamını, yaşadığı sosyal ve maddi zorlukları tüm çıplaklığıyla işlemeyi sürdürüyor.

‘Ben, Daniel Blake’te, sosyal haklarını alabilmek için savaşan, proleter sınıfa mensup bir kadın ve bir erkek kahramanın üzerinde, toplumda kangren haline gelmiş sosyal yaraları gözlere eriyor.

Günümüz İngiltere’sinde hata ve yanlışlıklarla dolu sosyal hizmet ağının kurbanı emekli marangoz Daniel ile iki çocuklu işsiz Rachel, bürokrasiye karşı açtıkları bir savaşta birbirlerine yardımcı olmayı deniyorlar.

Ken Loach, sosyal hizmet vermek için devletten maaş alan, bakanından bürokratına, en küçük memuruna, “insanlığınızdan utanın!” diye haykırıyor.

1958’in ırkçı Amerika’sında geçen konusuyla ‘Loving’ bir zenci ile bir beyazın evlenmesinin suç sayıldığı Virginia’da hapse atılan bir çiftin dokuz yıl süren hukuk mücadelesini anlatıyor.

Sivil hakların kazanılması hakkında gerçek hayattan alınan öyküde, senarist-yönetmen Jeff Nichols, yüreklere hitap eden filminde, üst mahkemenin verdiği tarihi kararla, siyah-beyaz evliliğini yasaklayan kanunun Anayasa’ya ve insan haklarına aykırı olduğunun açıklamasını anlattı.

İnsan haklarına saygılı bu iki yönetmenden Ken Loach, Cannes’da ikinci Altın Palmiye’sini hak ederken, çifte Altın Palmiye’li yönetmenler kulübünün sekizinci üyesi oldu.

Jeff Nichols’un ‘Loving’inin ise önümüzdeki şubat ayında dağıtılacak Oscar Ödüllerinde bol sayıda adaylık alması kuvvetle muhtemel.

TOPLUMDAN iKi ZIT ÖRNEK

Yedi yıl önce Cannes’da yozlaşmış polis teşkilatının işlediği bir cinayeti anlattığı ‘Kinatay’ ile ‘En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanan Filipinli Brillante Mendoza, bu yıl ‘Ma’ Rosa’ ile toplumunu kangren eden sefalet ve bürokratik yozlaşmaya kamerasını uzattı.

Sosyal konuları işleyen filmleriyle tanınan yönetmen, Manila’nın fakir bir kenar mahallesinde yaşayan bir aileyi anlatıyor. Sahip oldukları mütevazı bakkal dükkânı ile geçinemeyen Reyes ailesinin ek iş olarak yaptıkları uyuşturucu ticareti ile başı derde girer.

Polis tutukladığı karı-kocayı serbest bırakmak için, hem önemli bir miktardaki rüşvet parasını, hem de uyuşturucu sektöründekileri ihbara zorlar. Polisin halka uyguladığı manevi ve fiziksel baskı, karakollarda yaptıkları izlenmesi zor işkence sahneleri, Filipin toplumunu kemiren ahlaksızlığı gözler önüne seriyor.

Hollandalı duayen yönetmen Paul Verhoeven (78), bambaşka bir coğrafyada, konusu Paris’in şık bir burjuva mahallesinde geçen ‘O Kadın/Elle’ ile hayatı boyunca yaptığı gibi, toplumumuzun ahlak limitlerini sorgulamaya soyunuyor.

Filmde, günümüz toplum hayatında pamuk ipliğine bağlı evlilikler, ekonomik bağımsızlığını kazanmış kadınların erkek egemenliğine karşı başkaldırışı, çamaşır değiştirir gibi sevgili değiştiren erkek ve kadınlar, her iki cinsin kendilerinden çok genç insanlarla birlikte olma arzusu, eğlendirici bir üslupla anlatılıyor.

GÖNÜLLERDE BiR YARA: GÖÇMENLER

Ülkemize sığınan Suriyelilerin 2,5 milyona ulaştığı, bütün dünyanın sorunu haline gelen göçmen sorununa duyarlılık gösteren yönetmenlerin yaptığı filmlerden ikisini bu yazımıza alacağız.

İtalyan belgesel ustası Gianfranco Rosi, bu yıl Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü kazanan ‘Denizdeki Ateş/Fuacoammare’ ile göçmen sorunuyla ilgili bir başyapıta imza attı.

Yıllar boyu sığınmacı akımının sembolü haline gelen Lampedusa Adasında bir yıl yaşayarak görkemli bir belgesel yapan Rosi, filmini ada sakinlerinden iki yaşındaki Samuel’in gözünden anlatıyor.

İtalya’nın güneyindeki Lampedusa, ülkenin Afrika’ya en yakın noktası. Avrupa’ya geçmek için iptidai şartlarla kaçak olarak buraya gelen göçmenlerin bir kısmı, bindikleri teknelerin batmasıyla ölürler. Şanslı olanları kurtaran İtalyan sahil güvenlik ekipleri, aç ve hasta sığınmacıları tıbbi yardım almaları için adanın tek doktoruna götürürler.

Rosi, ödülünü alırken yaptığı konuşmada: “Trajedilerden kaçan insanların denizi aşarken ölmesi kabul edilemez. Bu belki Yahudi soykırımından sonra çağımızın en büyük trajedisi… Düşüncelerim şu anda Lampedusa’ya ulaşamayan, yolda ölen insanlarda. Bu ödülü Lampedusa’daki insanlara adamak istiyorum. 20-30 yıldır bu insanlar gelen göçmenlere kapılarını açıyorlar.”

Duyarlı yönetmenlerimizin hâlâ Suriyeli göçmenlerle ilgi bir film yapmamaları sinemamızın bir ayıbı.

Sosyal içerikli, minimalist filmleriyle tanınan Belçikalı Dardenne Kardeşler, konusu Liége şehrinin orta direk bir mahallesinde geçen ‘Bilinmeyen Kız/ La Fille Inconnue’ ile ‘Lorca’nın Suskunluğu’ filminden sonra göçmen sorununa dönüş yaptılar.

Aile hekimi genç bir kadın doktor, öldürülen Afrikalı bir genç kızın cinayet soruşturmasında, fuhuş sektörünün kullandığı genç göçmen kızların, sonu dramla biten gizemli ipuçlarına ulaşır.

Yılın gözde sinema trendlerine ayırdığımız bu yazının devamında, gelecek hafta aile içi ilişkileri, kadını, baba-kız ve anne-kız iletişimsizliklerini ele alan kaliteli 2016 yapımlarını ele alacağız.